Hangi Diyet Daha Faydalı?
Kilo vermek isteyen herkes iyi bilir. Sadece az yemek yeterli değildir. Kendi alışkanlıklarınıza, damak tadınıza ve vücudunuza uygun bir beslenme programı uygulamanız gerekir. Amaç sadece tartıda ibrenin sola gitmesini sağlamak olsaydı, kas kaybını göze alıp bir ayda beş kilo bile verebilirdiniz. Oysaki izlediğiniz planın spor salonundaki performansınızı düşürmemesi, kısıtlamalarıyla sizi hayata küstürmemesi gerekir. Yoksa aldığınız kilolar bumerang gibi bir gün size geri döner.
Peki nasıl bir beslenme programı izlemeliyiz? Her diyetisyenin bu soruya vereceği cevap farklı olacaktır. Çünkü o cevap, sizin yaşam alışkanlıklarınıza göre değişir. Eğer herkese uyacak genel geçer bir beslenme programı olsaydı, bugün diyetisyenlik bir meslek dalı olmaktan çıkardı. Bu yüzden bir programı diğeriyle karşılaştırmak, özellikle sadece kaybettiğiniz kiloya bakarak mümkün değil. Kas ağırlığınızı, toplam kolesterol miktarını ve kalça-bel oranı gibi değişik kriterleri bir arada değerlendirmek gerekir.
Taş Devri Diyeti
Taş devri diyeti
Avcı-toplayıcı atalarımızla aynı yemek düzenini takip ediyorsunuz. Yani her yiyecek doğadaki haline en uygun şekilde tüketiliyor. Doğada zaten bulunmayan gıdalardan uzak duruyorsunuz. Özellikle üç beyaz olarak bilinen, insan eliyle işlenerek elde edilmiş beyaz un, şeker ve tuz uzak durulması gerekenler listesinde. Yasaklar haricinde yemenin sınırı yok. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. “Tuttum bu diyeti” dediğinizi duyar gibiyiz. Ancak paçaları erken sıvamayın. Çiğ yiyeceklerin toplamı, beslenme programının en az yüzde 60’ını oluşturmak zorunda. Salam, sucuk gibi katkı maddesi içeren ürünlerin dışında kırmızı et, beyaz et, balık ve yumurta gibi protein kaynaklarının yenmesinde bir sakınca yok. Süt konusunda ilk tercihiniz günlük pastörize şişe sütler olmalı. Uzun ömürlü kutu sütlerinden kesinlikle uzak durmanız tavsiye ediliyor. Sıra yağa gelince, margarin de yasaklılar arasında. Zeytinyağı ve keten tohumu yağı gibi alternatifleri kullanıyorsunuz. Kayısı, üzüm ve muz gibi şeker içeriği yüksek meyvelerin sınırlandırıyor ve onların yerine, antioksidan içeriği yüksek yaban mersini, çilek ya da kızılcık gibi meyveleri yiyorsunuz. Taş devri diyetinin, Türk beslenme alışkanlığına en aykırı noktası, baklagillerin haftada iki üç defadan fazla verilmemesi. Yani kuru fasulye ve pilav sevdanızı ertelemek zorundasınız. Gerçi pilav bu diyetin hiçbir yerinde yok. O yüzden yokluğunu fazla aramıyorsunuz.
Glisemik Yükü Düşük Diyet
Bu diyetin mucidi, “The 4 Hour Body” adlı kitabın yazarı ABD’li Tim Ferris. Diyetin en çarpıcı tarafı, 30 günde 10 kilo verebileceğinizi iddia etmesi. Tahmin edeceğiniz üzere her türlü beyaz karbonhidrattan ve esmer pirinçten uzak duruyorsunuz. Tek istisna, ağırlık antrenmanı yaptıktan sonraki 30 dakikalık süre. Yemeği çeşitlendirmenize gerek yok. Yani aynı yemeği üst üste defalarca yiyebilirsiniz. “Marketlerde 47 binden fazla ürün bulabilirsiniz. Ancak içlerinden sadece birkaç tanesi sizi şişmanlatmaz. O halde her öğünde neden farklı bir yemek arayışına girelim?” diye soruyor Ferris. Her öğünde tabağınızda protein (beyaz ve kırmızı et, balık, yumurta), baklagiller (mercimek ve barbunya) ve sebze (ıspanak, brokoli, karnabahar, kuşkonmaz) olması önerilir. Tim Ferris, kitabında ayrıca bu beslenme programının yüksek karbonhidratlı bir beslenme programı olmadığını söylüyor. Öğün sayısını artırmamanıza rağmen, metabolizma hızınızı düşürmüyor. O yüzden günde dört öğünden fazla yemenize gerek kalmıyor. Belki de en ilginç özelliği, meyveye izin verilmemesi. Yine Tim Ferris’den alıntı yapıyoruz: “Bundan 500 sene önce yaşayan büyük büyük dedeleriniz haftanın her günü meyve bulabiliyor muydu zannediyorsunuz?” Meyvenin içindeki basit şeker (früktoz) zararlılar listesinde yer alıyor. Günde iki kadehe kadar şarap serbest. Ve diyetin en güzel tarafı; haftanın bir günü kendinize ‘izin’ veriyorsunuz. “Dilediğiniz kadar yiyin, çekinmeyin” diyor Ferris. “Bu şekilde kalori kısıtlamasından dolayı yavaşlayan metabolizma hızınız tekrar eski haline döner.”
Zone Diyeti
Aslında yeni bir diyet değil. Ancak popülerliğini hâlâ koruyor. İlk olarak 1966 yılında Amerikalı biyokimyager Barry Sears tarafından yazılan “Enter The Zone” kitabıyla dünyaya duyuruldu. Diyetin prensibi, beslenmenizin yüzde 40’ının karbonhidrattan, yüzde 30’unun proteinden, geri kalan yüzde 30’unun ise yağdan karşılanması. Barry Sears’ın iddiasına göre bu oran, insülin ve glukogan (kandaki glikoz seviyesini düzenleyen hormon) seviyesini dengede tutuyor. Vücudun, aldığı yağları depolayamadan yakmasını sağlıyor. Sears bu prensibin ardında yatanları şu şekilde açıklıyor: “Vücut aynı anda hem yağ yakıp hem de yağ depolayamaz. Bir süreçten diğerine geçmesi de vakit alır. Zone diyetinin özelliği vücudu sürekli yağ yakma evresinde bırakmasıdır.”